AKILLI ve ZEKİ OLMAK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Sevgili okurlarım, bu ay da, ZEKİ ve AKIL’ lı olmak arasındaki ince çizgide yürümeye devam edelim.

Son zamanlarda moda olan, kendi gazete yazarlarını eleştirenler kervanına, ben de, bu dergide yazı yazan bir arkadaşımı eleştirerek katılacağım. Beni bağışlamasını dilerim.

Maalesef ülkemizde, çocuklarımızı zeki-ezberci olarak yetiştirdiğimiz için, onlardan meydana gelen öğretmenler de, ezbere dayalı eğitim vermektedirler. Bu şekilde yetişen bilim insanlarımız, konularına çok vakıf fakat işlevsellikten uzak kalmaktadırlar. Etrafımız bu yapıda, profesör, doktor, mühendis vs. birçok bilim insanı ile dolup taşmaktadır.  Bu, onların bilgisini yok ya da yetersiz saymak olarak asla algılanmamalıdır. Yeryüzündeki okullara kıyasla, yüklenilen bilgilerin en fazla olduğu okul eğitim sistemi, ülkemizde olmakla birlikte, eğitilmiş insan gücü ve eğitsel faktörlerde, UNESKO verilerine göre Afrika ülkelerinin bile gerisinde kaldığımız rapor edilmektedir.

Ülkemizde hemen, hemen her aile, ilkokul yıllarından itibaren, çocuklarını dershanelere göndermeye başlarken, bazıları bununla da yetinmeyip, ayrıca özel öğretmenler tutarak, onları bilgi bankası haline getirmeye yardımcı olurlar. Bu kadar bilgi ile donatılacak olan çocuğun akıl üretmesi zordur, çünkü, bir bilgiyi akıl donesi haline getirmek için, zeka, dimağ ve iki adet nöron hücresini koordine etmek gerekir, bu da zaman ister, ancak, bu durumda çocuğun bu kadar zamanı yoktur, bir doneyi tek hücreli zeka kapsamına kaydetmek, zeka hücreleri gelişimi döneminde olan bir çocuk için, çok daha hızlı ve kolaydır.

Peki, biz bu eğitim sistemimizin sonunda ne elde ediyoruz? Papua Yenigine’nin başkentini pat diye bilebilen, bir havuza 4 musluktan akan suların debilerini hesap ederek o havuzun kaç saatte dolabileceğini 2 dakikada hesaplayan, maveraünnehir’in ne olduğunu, nerede olduğunu size anlatabilen, Selimiye Camiinin kubbesinin kilit taşının ağırlığını bilen, Amerika’nın 52 eyaletini bir çırpıda sayabilen, Karlofça Antlaşmasının, bütün maddelerini sular seller gibi sıralayan, Hitler’in Ruslarla yaptığı savaşta, kaç tank ve kaç uçak kullandığını söyleyebilen, bakkala giderken annesinin siparişlerini aklında tutup zaman, zaman bir ikisini unutup gelse de ‘Olsun yavrum, bir daha gidersin’ denilen, kağıda yazmayı gururuna yediremeyen, yazmaya kalksa bile anne ya da babası tarafından ‘iki şeyi aklında tutamayacak mısın? sen koskoca (!) kolej kazanmış adamsın’ diye uyarılan, menemen yapmak için bile soğanı şekilli bir biçimde doğrayamayan, evde yalnız kalamayan, kalsa evi batıran, çamaşırını yıkamak ve ütülemekten vazgeçtik, doğru dürüst, biçiminde katlayamayan, yatağını toplamaktan, çorabını giymekten aciz, bunları giyse bile, annesinin son kontrolünden geçmesi gereken, (sanki özürlü )(benim fikrim, aslında özürlü) ne konuştuğundan çok, cep telefonunun markasına dikkat eden gençler ve şu anda duyar gibi oluyorum ‘Ayyy.. Allahtan bizim çocuğumuz böyle değil’ diyen, ebebeynler.

Bazen TV’lerde görmüşsünüzdür, bir gazeteci elinde bir mikrofon, New York’ta, sokakta dolaşır ve koltuğunda kitapları olan bir kişiye sorar. ‘Are you studant? (öğrencimisiniz) cevap ‘Yes’ (evet), devamla ‘Do you know, where is Turkey? (Türkiye’nin nerede olduğunu biliyormusunuz? Cevap ‘ I’thınk Afrika’ ( Afrika’da olduğunu düşünüyorum). Bu cevap bizi ne kadar mutlu eder. Bu Amerikalılar ne kadar cahil, daha Türkiye’nin nerede olduğunu bilmeyen bir üniversiteli öğrenci der, muhabirle beraber mutlu olurken, aynı cahillerin, yaklaşık 50 trilyon dolarlık dünya gayri safi milli hasılasının 14.4 trilyon dolarını ürettiğini, ülkemizin yaklaşık Amerika’nın üçte bir nüfusuna sahip olarak bu GSMH nın 460 milyar dolarda kaldığını hiç hesap etmeyiz.

Dünyada ve Anadolu’da meydana gelmiş tüm depremleri, şiddetleri ve tarihleri ile, bir çırpıda sayabilen, Anadolu kayaç yapısını ve derinliklerini ezberinde bulunduran, yanındaki daha genç başka bir profesör tarafından uyarılınca, ya doğru metaformik kayaç derinlikleri 1.8 km. olacaktı haklısın diyen ( Çünkü, artık yaş ilerlemiş, zeka hücreleri beyni ile vedalaşmaya başlamıştır ) bunun yanında, aynı okulda aynı sıralarda yetişmiş meslektaşları ile bir Marmara Depremi’nin geleceği konusunda asla hem fikir olamayan, ortak akıl üretemeyen,  bir sürü bilim insanı. Çünkü alınan, depolanan bilgiler, zeka kökenlidir ve zeka hücrelerine yerleştirilmişlerdir, o nedenle, zeki insanlardan meydana gelmiş guruplarda, her insanın zeka gelişimi farklı olduğundan,  ortak zeka oluşmaz, o nedenle, ortak zeka üretmek diye bir deyim yoktur. Ama akla yerleştirilmiş bilgi, iki hücreli bir nöron teması gerektirdiğinden, zeka süzgecinden geçip, dimağ check-up’ından onay aldıktan sonra, akılda depolandığından, iki ayrı insandaki bu veri tabanları, biraz farkları da olsa, aynı tabana oturmaları ihtimali çok yüksektir ve buradan yola çıkılarak, iki veya daha fazla akıl geliştirmiş insan bir araya gelerek, ORTAK AKIL üretebilir.

Gelelim bu dergideki arkadaşımın konusuna. Çocukların yemek yemeye özendirilmesi işlenirken, gereken bütün bilgiler eksiksiz, mükemmel bir şekilde sıralanmış. Teknik bilgilendirme olarak kusursuz, belli ki bu arkadaşımız mesleğini çok iyi biliyor. Bu bilgileri de burada eksiksiz aktararak, güzel bir şey yapıyor. Ama, akıl işin içine girince fark nasıl ortaya çıkıyor, bunu bir görelim ve bir bilgiyi sunmak için de zeki olmanın sakıncalarını, akılla yoğrulmuş bilgilendirmelerin insanlara ve topluma daha faydalı olacağına dikkatimizi çekelim.

Çevremiz, ‘benim çocuğum yemek yemiyor’ diyen anne-baba ile doludur, çocuğa bir bakarsınız, yanaklar al al, toparlak, çene çizgileri kaybolmuş, yani gürbüz hatta obez gibi. Ama anne-baba yemek yemediğinden şikayetçi. ‘çocuk yemek yemiyor’ lafı, hiçbir hal ve şartta doğru değildir. Her canlı, bir hastalığı yoksa,  az çok, ihtiyaç duydukça yemek yeme dürtüsüne sahiptir, bütün canlıların var oluş nedenlerinden ilki, yemek yeme, ikincisi uyumak ve üçüncüsü seks yapmaktır, yani yemek yeme olmadan hayat başlamıyor. Ama siz bunu abartırsanız, çok üsteler, üzerinde durursanız, çocuğunuz sizi yorar, çok üstelemeseniz, bunu bir çekişme sebebi yapmasanız, önünde sonunda, karnını doyurmak ihtiyacını bir şekilde giderir. İki çocuk yetiştirmiş biri olarak bu konuda hiç sorun yaşamadım. Şimdi, anne ve babaların, bu zaafları ortada iken, çocuğun yemek yemeye, nasıl özendirileceğine dair, çocuğu görmeden, bu gibi bir tavsiyede bulunursanız, çağımızın vebası olan, obeziteye, davetiye çıkarma ihtimalinizin de olduğunu, göz önüne almanız gerekir. Fakat burada amaç anne-babalara sempatik görünmek için yapılmış bir ticari kaygı ise, saygı duyarım. Toplumun önündeki aydınların, bilgilerini sunarken, gerçekten faydalı olmalarını istiyorlarsa, zekalarından çok, akıllarını kullanmalarının yollarını aramaları gerekmektedir. Yoksa ‘en iyi doktor, çok ilaç yazan doktordur’ değerlendirmesini yapan babaannemin yanlışına düşeriz.

Buna benzer bir olaya bu yazıyı yazarken, Show TV de rastladım. Programın adı 60 dakika. Tarih 17 mart saat sabah 9:00, programda iki spikerin yanında doktor ünvanlı bir bayan oturmakta, ünvanı ise hayatımda hiç duymadığım, alternatıf tıp doktoru gibi yeni bir tabir, tamamlayıcı tıp uzmanı. Ben bu ünvandan şunu anlıyorum, normal doktorların eksik bıraktığı tedavi teşhisi, bu arkadaş tamamlayacak. Bu unvan bana çok komik geldi. Bayan fırtına gibi. Saniyede nerede ise üç-beş kelimeyi konuşabiliyor, ben ve yanımdakiler takip etmekte zorlanıyoruz, belikli ezberlediği şeyleri unuturum telaşı ile, şiirin ezberlemiş unutmadan okumaya çalışan, ilk okul çocuğu edası ile, ard arda sıralıyor ve kimse bir şey anlıyamıyor. Bütün dikkatimizle duyduklarımız şöyle. A ve BE ve de CE vitaminlerini muhakkak hergün almalıyız, onun yanında DE, EE ve FE, hatta GE vitaminlerini, bunun yanında yumuşak G vitaminlerini de unutmamak lazım, dedikten sonra, yüzde yüz zayıflatıcı çayları da sıralıyor, papatya çayını üç öğün, ultraslim çayını günde 6 defa, yeşil çayı günde 8 defa, siyah çayı günde 5 defa, melisa çayını günde 4 defa, sabah öyle akşam elma, günde 2 litre su, 4 bardak portakal suyu, 6 bardak nar suyu, 4 kivi vs. vs. tabii bu yazdıklarımı, sağır duymaz uydurur kategorisine koyabilirsiniz. Çünkü, o kadar çok vitamin almamızı, o kadar çok farklı çayları ve meyve sularını içmemizi söylüyordu ki, takip etmekte zorlanıp, ‘en iyisi ne bulursak içelim’ e karar verdik. böylelikle metabolizmamız hızlanacak

Bu bayanın hemen arkasından, başka bir doktor bayan, aynı programın konuğu idi. Prf. Dr. Benal Büyükgebiz. Diyor ki, hiçbir çay besin vs. için zayıflatıcı veya metabolizmayı hızlandırıcı diyemem, çünkü her besine karşı, değişik bünyelerin vereceği tepkiler farklıdır, ama her bünyenin, zayıflama ve metabolizmayı hızlandırmada, ortak tepki verdiği tek bir teknik vardır ki, o da, bir uzmana danışılarak yapılan, yaşınıza uygun düzenli egzersizdir.

Bu da bir doktor, aralarındaki fark sadece Prof. Ünvanı değil, o olsa iş kolay, okursun edersin o ünvandan bir tanede sen isminin başına koyarsın, ancak, aradaki gerçek fark hiç kapanmayacak bir fark, birincisi ne kadar zeki ise, ikincisi o kadar akıllı.

Bir ara bir prof. ta TV lerde program, program gezerek, gazete reklamları ile destekli, bir kampanya sundu bizlere, ‘her gün bir avuç fındık yedikmi, kanser, ülser, migren hiçbir şeyimiz kalmadığı gibi, sex gücümüzde artarak, ulus erkekleri olarak, herkes damızlık boğalar gibi olacağız’ Tabii boğalar diyorum, konu sex olunca, kadınlar hergün bir avuç yesede onlar etkilenmezler, bir faydası olmaz, ama erkeklerde hemen faydasını gösterir, kadına faydası olsa, erkek eve fındık sokmaz. Yada kadın etkilenir dense, utancından herkesin içinde yiyemez, yemeye kalksa, al sana bir cinayet sebebi daha.

Zeki olmanın sakıncalarını sayarken, çok araştırmaya gerek duymaz ve TAHMİN etmeyi çok severler demiştik. 17 mart Salı günü, bunu doğrulayan, çok net bir örnek yaşadım, ama, olayda madur bendim ve çok canım sıkıldı. Şimdi bunu sizlere paylaşayım. Sabah Show TV deki programı bitirdikten sonra, asansördeyim ve elimde bir arkadaşıma getirmek üzere birkaç EVİMDEYİM dergisi var. 13 veya 14. Kattan asansöre bir bey bindi, pek sıkıntılı bir görünümü vardı, selamlaştık ve bende havasını dağıtmak için, elimdeki dergileri göstererek, ‘bu dergileri okuyormusunuz?’ Dedim, ‘evet’, dedi. Bu arada ara katlardan, daha önce tanıştığımız Mustafa bey asansöre bindi, bana hal hatır sordu, tokalaştık, ben diğer beyle kaldığımız yerden konuşmaya devam ettim. ‘Peki, benim yazılarım hakkında ne düşünüyorsunuz?’ dedim, asansöre ilk binen komşuma.  ‘sizin yazılarınızı hatırlamıyorum, zaten dergiye şöyle bakıyorum, okumuyorum’ dedi. Tam bu sırada beni önceden tanıyan ve asansöre sonradan binen Mustafa bey, hiç tahmin edemeyeceğim bir uslupla lafa girdi. ‘Yetko (yada Mehmet bey) bey, yazıları iyi güzel yazıyorsunuz da, sizin de yazdıklarınıza uymanız gerekmez mi?’ dedi. Hani derler ya üzerime kaynar sular döküldü, yer yarılsa da içine girsem, çok mahçup oldum, ‘doğru’ dedim, ‘hayrola, bilmeden bir hata yaptım galiba. Olabilir, bende insanım. Nedir?’ diye sordum, Mustafa bey devam etti. ‘öyle KOMŞULUK, ARKADAŞLIK yazıları falan yazıyorsunuz ama, hiç düşünmeden, arabanızı üç arabayı bloke edecek şekilde park ediyorsunuz, birkaç defa bunu yapınca, biz de yönetime şikayet edip, oraya bir büyük çiçek saksısı koydurduk’. Dedi. Rahatladım, bahsedilen yeri biliyordum, oraya asla park etmemiştim. Zaten arabam oraya sığmazdı. Bana göre ben asla, başkalarını rahatsız edecek şeyleri yapmamaya özen gösteren duyarlı biri olmaya çalışırım. Böyle şeyler yapmam, park ettikten sonra arabamın etrafında dolaşırım, ayıptır söylemesi, pahalı bir jip olduğundan, çizilmesin diye de sıkışık yerlere park etmemeye dikkat ettiğim gibi, aramızda kalsın, genellikle de, eşimin arabasını siper yaparak park ederim. Sonra sorgulamaya başladım. ‘Benim arabamın markasını biliyormusunuz?’ cevap ‘Skodamı, toyotamı ne galiba, jip değimli?’ o sırada dışarıya çıkmıştık, benim arabamı gösterdim ve ‘bak’ dedim, ‘benim arabam, opel ve jip, ayrıca plakası, Yetko’nun ‘Y’si, yani, 34 Y ……ile başlıyor, gümüş gri,ve de ayrıca, arka camına asılı, Kanada-Ontario eyaletinden aldığım, özel plakam var, üzerinde kocaman YETKO1, yazıyor, her bakan arabanın kime ait olduğunu kolayca bulabilir’. Dedi. Sonra Mustafa beyi gideceği yere bıraktım. Benden çok çok özür diledi, ama nafile. O asansörde karşılaştığımız komşu sonucu beklide hiç öğrenemeyecek. Bu olaylar olurken, benim adımı yönetime şikayet ederlerken, duyanların pek çoğu gerçeği öğrenemeyecek. İşte zeki insanlar bu hataları hep yaparlar. Akıl yolu ise çok daha kolay ve sonuç alıcıdır. Mustafa bey zekice davranıp, arabanın benimkine benzemesine aldanarak, bu şekilde bir TAHMİN yöntemi kullanacağına, akılıca düşünseydi ne yapardı? Bu hatayı yapan kişi ile, komşuluk ve arkadaşlık üzerine ahkam kesen adamın aynı kişiler olamayacağını akıl edebilirdi, ya da en azından bu zayıf ihtimali ğöz ardı ederdi. Arabanın gerçek sahibini öğrenmenin en kolay yolu, plakasını alıp, yönetimden esas sahibini bulabilirdi. Yada, yönetimden benim daire ve blok numaramı bulup, kayıtlı arabalarımdan plaka karşılaştırmasını yapabilirdi.

Zekiler hep bu yanılgılara düşerler, sonra da, hepimizin bildiği o lafı söylerler, ‘Dün dündür, bugün bu gündür’, ama insanlara verdikleri zararlar, dünden buğüne etkisini taşıya gelir. Aslında akıllı düşünmenin, bir karşılaştırma ‘analitik’ düşünme yöntemi olduğunu gösteren, çok güzel bir örnek, ama ne yazık ki, biz bu arada bir, karambole kurban gittik.

Saygı & Selam & Sevgi
Y E T K O

UYARI: BU YAZI, TELİF HAKLARI KANUNU UYARINCA, YAZARININ ONAYI OLMADAN, HİÇBİRYERDE, TAMAMEN VE KISMEN YAYIMLANAMAZ.