AKILLI ve ZEKİ OLMAK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Merhaba sevgili okurlarım, bu ay, ‘ZAMANE’ diye adlandırdığımız, yeni nesil ile yetişkinlerin, birçok konuda anlaşamamalarının, ‘AKILLI ve ZEKİ OLMAK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ’ penceresinden görünümünü irdeleyeceğiz.

Biraz kitap defterle haşır-neşir olanlarınız bilir, ‘Zamane Veledi’ lafı, ta Osmanlı’dan günümüze, şiirlerle, yazılarla, hikaye ve romanlarla,  ulaşmış bir deyimdir. Yani, ‘şimdiki zamanın çocuğu’.  Ne zaman, olgun yetişkinler, gençlerin yaptığı iş ve eylemlerinden hoşnut olmazlar, bu deyimi kullanırlar.

Daha önceki yazılarımızda ne demiştik? Zeka hücreleri, sıfır yaşlardan, yaklaşık yirmi, yirmi iki yaşımıza kadar gelişim gösterir, ürer daha sonra, üreme durur ve sonrasında pek kullanılmaz hale gelirler. Bu yaş kuşağını da toplum genç kuşak olarak isimlendirir. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık  % 60 ını bu kuşak oluşturur ve de biz bununla öğünürüz. ‘Biz genç bir nesiliz’ diye. Aslında bu da zekice bir yaklaşımdır, hiç akıllıca değildir. Çünkü, Pakistan’da otoyol yaparken, bakanlık görevlileri ile görüştüğümüz resepsiyonlarda, yaş otalamasının 32 olduğu ülkelerinin genç bir nüfusa sahip olduklarını söyleyip, gelecekte Pakistan’ı kimsenin tutamayacağından dem vururlardı. Oysa, akıl penceresinden bakınca, genç nüfus, önce kontrolsüz nüfus artışı, sonra, aşırı bebek ölümleri, ulusal deneyimsizlik ve sonuçta zeki bir toplum yapısı demek olur ki, bu övünülecek değil, düşünülecek bir durumdur.

Ülkemiz her yıl yaklaşık 1.5 milyon kişi aratmaktadır. Hızlı düşünelim. Bir buçuk milyon yeni nüfus demek, bunlar günde, sadece bir ekmek yeseler, günde bir buçuk milyon ekstra ekmek üretmek demek olur ki, bu her yıl, yaklaşık en az  yüz bin yeni ekmek fabrikası, yaklaşık bir milyon ton un, su, tuz. Bu unun üretileceği, yeni değirmenler, bu kadar buğdayı yetiştirecek, tarlalar, traktörler vs. vs. bakın anlatırken bile ne kadar karmaşık bir iş değil mi?

Peki sonuç; yeni okullar, yeni iş alanları, yeni hasta haneler, vs. vs. Bunları yetiştiremediğiniz zamanda, işsiz, huzursuz genç nesiller, aşırı derecede suç işleme oranları, dolup taşan hapishaneler, anarşi ve huzursuz aileler, huzursuz bir toplum. Bu ülkede doğup büyümüş bu satırların yazarı, ünlü politikacı, İsmet İnönü ve ünlü iş adamı, Koç Grubu kurucusu Vehbi Koç’un dışında hiç kimseden, ‘Nüfusu Kontrol Edelim, Bakabileceğimiz Kadar Çocuk Yapalım’ dediğini duymadım. Bu, işin ilk felaket bölümü. Biz konumuz olan, esasa gelelim.

Genç insan, akıl geliştirmede henüz üretim ve birikim aşamasında olduğundan, tecrübeli-deneyimli büyükleri ile hemen hemen hiçbir konuda hem fikir olamaz. Çatışma kaçınılmazdır. Bu eğitim sistemimizin de tetiklemesiyle, zaten zeki olan bu genç, aldığı eğitiminde perçinlemesiyle, hızlı karar veren, çabuk sonuç almaya çalışan, tatminsiz, çabuk sıkılan, aceleci, yalana çok çabuk başvurabilen bir yapı geliştirir. Az çok deneyim sahibi yetişkin, bu gence göre daha ayakları yere basan bir tavır içinde, ona, kendi yetiştirdiği zamane’ye yol göstermeye çalışır, ama, çoğunlukla başarısız olur. İşte böyle bir topluma ait en büyük sağlıksızlık ta bu çatışmalardan doğar. Oysa, gelişmiş ülkelerde de bu sıkıntılar vardır, ancak, kültür o şekilde yerleşmiştir ki, genç, pek aklı yatmasa da, ‘ bu yetişkinler de ne uyuz’ der, ama dediklerine uymaya çalışır, yetişkin ise, söyleyeceğini bir kere söyler, üstelemez. Bak ben tecrübemi-deneyimimi karşılıksız sana aktarıyorum, işine gelirse uygula, uygulamasan sen bilirsin’. Der kenara çekilir. Bizde ve bizim gibi zeki toplumlarda durum farklıdır, büyükler olarak, önce yapması gerekeni gence aktarır, itiraz üzerine, sen anlamasın der, zorla, tehditle, manevi baskı ile, cezalandırarak ve hatta maalesef bazen, şiddet kullanarak, uygulattırırız. Sonuç olumlu olursa, ‘ Ya gördün mü aptal, bunu sana zorla yaptırmıştım ‘ der başarıdan da biz nasipleniriz, onu uygulayan genci sadece ‘Sen bir araçtın, fikir, düşünce ve uygulatma sana ait değildi’ kalıbına sokmuş oluruz. Sonuç olumsuz çıkarsa, hata, onu istenilen biçimde uygulayamayan gencindir. Bu çatışmalar, büyükler ölüp gidinceye kadar devam eder. Bu ilişki, bize göre gencin menfaatinedir ve bundan dolayı bize minnettar olmalıdır, bizde bunun sürekliliğini sağlamak için, yanımızda hep apartta duran çocuklar disipline ederiz ve bunun adına eğitim vermek, saygı öğretmek ve çocuğu esirgeyip korumak deriz. Oysa kazın ayağı hiçte öyle değildir.

Genç ile yetişkin ilişkilerinde, içinde bulundukları durumun bilincinde hareket ettikleri takdirde, çatışmanın daha az ve medeni ölçülerde olacağı bir gerçektir. Ancak, yine de burada ilk adımı atması gereken yetişkindir.

Bazen bunun için de, yetişkinin, eski aktivitesinin azalmasının verdiği psikolojik tavırların da öne çıktığı görülür. ‘Eskiden biz, şunu şöyle yapardık ne güzeldi’ gibi örneklemeler, işte bu sıkıntının açığa vurmasıdır. Eski bir sinema starının, yenileri yetersiz bulması, eski şarkıcıların, yeni şarkıları küçümsemesi vs. gibi.

Peki, nasıl davranmalı? Yetişkin önce, kendi çocuğu da olsa, onun amiri olmadığını bilmeli. Bu şekil davranışlar, çatışma ortamı hazırlamada kaçınılmaz bir sondur. Yetişkin, görmüş geçirmişliğin verdiği dinginlikle, ses tonu da dahil, vakur, huzur veren, kendinden emin bir tavır içinde olmalı, israrcı asla olmamalı. Mükafat ve ceza, eğitimin olmazsa olmazlarından biridir, ancak bunda da abartıya kaçmamalı. Özellikle mükafatta, aşırıya, cezada da şiddete baş vurmamalı. Her iki durumda da hak edilen kadarı uygulanmalı. Özendirme de bazen, iyi sonuç verdiği görülse de, aslında pek tavsiye edilmez, özellikle kardeşler arasında asla denenmemeli, son derece kötü sonuçlar verebilir.

Aslında, özetleyecek olursak, gencin durumu da bu çağda hiçte kolay değildir. Okul, gelecek, aşk hayatı, seks hayatı, geçim-harçlık vs. Ülkemizin, gençleri yetiştirmede yaptığı iki hayati hata vardır ki maalesef, yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan, tekerlemesi gibi bir sarmal içindedir. Önce aileler, çocuklarını okula göndererek onlara başka bir iş yaptırmaz, sonra da devlet, öğretim verirken eğitimi unutur.

Aslında, çocuğun maddi ve manevi sağlığı için, 12-14 yaşlarından itibaren, genç, her yaz, bir yerlerde yeteneğine göre bir iş tutmalıdır. Dolayısı ile, eğitimin tamamen tesadüf olarak yönlendirdiği ülkemizdeki ‘puanın nereye tutarsa’ yöntemi sonucu, alacağı öğrenim, onun mesleği olmaktan çok uzakta kalacaktır.

İşte en büyük yanılgımızda buradadır. BİR İNSANIN MESLEĞİ AYRI, ALDIĞI ÖĞRENİM AYRIDIR. Bunların ikisinin aynı olması bir avantaj olsa bile, zorunluluk değildir. Bitirdiği okulun branşına göre iş aramak ve onun dışında bir dalda çalışamamak, çalışmak istememek, yetersiz bir meslek erbabı olmasına neden olacağı gibi, işsizliğe de yol açacaktır. Bu konuya gelecek ay devam edeceğiz, çünkü, çok, çok önemli.

Evde, baba, ağabeyler, okulda, öğretmenler, sokaklarda çeteler kıskacındaki gençlerimize, vah vah deyip acımak yerine, rehberlik etmeyi öğrenmeliyiz.

Tam bu metinle düzenlenmiş, YÖK adlı şarkımı dinlemenizi tavsiye ederim. Evet albümüm çıktı, müzik marketlerde bulabilirsiniz, albümün adı ‘OF’. Emeği geçenlere huzurunuzda sonsuz teşekkürler. Gitar virtiyözü, Sn. Cengiz Coşkuer, Orlando’dan, Cauntry Player, Sn. Alex Puma, Cüneyt Kırmızı, Beyza Eşme, Bahattin Emre ve Türkiye’nin tartışmasız en iyi balaban üfleyen üstadı ERTAN’a sonsuz teşekkürler.

Saygı & Selam & Sevgi
Y E T K O