Evet sevgili okurlar, bu ayın ‘Zeki olmakla akıllı olmak arasındaki ince çizgi’nin konusu, üçü ana karnında toplam tam 47 cana mal olan, TÖRE CİNAYETLERİ mi nedir? Sebebini bilemediğimiz katliam.
Gazete başlıklarına bakıyorum da, bu elem verici facianın acısını unutturacak kadar traji komik laflar. Aşağı yukarı, aynı başlık, aynı soru, BİZE NE OLDU? Bu başlık ve bu soru aklıma bir fıkra gibi olayı getirdi. Ölenlerin anısına saygı ile.
Ortaokulda, matematik öğretmenimiz, Suriye sınırında yedek subaylık yaparken, başından geçen bir olayı anlatmıştı. O tarihlerde Suriye’den ülkemize hızlı bir kumaş kaçakçılığı furyası var. Giriş yapanların valizleri ve eşyaları aranırken, bir yolcu bizim öğretmenin dikkatini çeker, adam Karadeniz şivesi ile konuşmaktadır, ancak, ayağında yöreye özgü bir şalvar vardır, ayrıca, kolay, kolay, Karadeniz de pek rastlanmayacak kadar kiloludur, onun yanında yüz hatları da, kilosu ve vücudu ile ters düşecek bir şekilde ince ve narindir. Bizim öğretmen şahıstan şüphelenir ve üst araması için, içeriye davet eder. Bir asker, üzerini elle yoklarken, yumuşak bir temas hisseder, ancak, vücut hatlarını hissedemez. Arama yapan asker, bizim öğretmene döner ve ‘Komutanım, bu adamın içinde bir şey var, şalvarını indirmemiz lazım’ der. Komutan da ‘İndirin’ emrini verir. Şalvar indirilir, manzara ilginçtir. Bizim Karadenizli, bir top kumaşı beline dolamış-sarmıştır. Bu kaçak mala el konulup işlem yapılabilmesi için, şahsın belinden çözülüp çıkarılması gerekmektedir. Kumaşın ucu bir asker tarafından tutulur ve şahsa ‘Dön’ komutu verilir. Şahıs karakolun odasında, ekseni etrafında dönmekte, kumaş asker tarafından, şahsın dolanan belinden çözülmektedir, zaman, zaman ‘Uyyy başum doneyi’ şikayetine karşılık, şahıs dinlendirilmekte ve bir süre dinlendirildikten sonra, çözülme işlemine devam edilmektedir. İşlem bitmiş, belden çözülen kumaş, karakol odasının ortasında yerde durmaktadır. Şahıs mahçup, utangaç bir şekilde don-gömlek, bir kenarda, yerdeki kumaşa bakmaktadır. Bizim komutan şahısın karşısına gelir, yüzüne bakar, daha soru sormaya fırsat kalmadan, utanmış, mahçup şaşkın şahıs, önünde, avret yerinde birbirine kavuşturduğu ellerinden birini, yerdeki kumaş yığınına doğru uzatarak sorar,’Allah, Allah bunida çim sardi belume’ der. Yukarda belirttiğim ‘Bize ne oldu’ manşetine ne kadar benziyor deyimli?
Bize ne oldu? Bize neler olmadı ki, ülkemizin bir başından diğer başına akıl almaz işler oluyor. Bir yanda, töre ve gelenek-göreneklerin tamamını, kadın üzerine endekslemiş bir ahlak anlayışı, öte yandan, sabi-çocuk, yaştaki yavruları, kız erkek ayırımı yapmaksızın, taciz eden, ırzına geçen, yaşlı başlı, evli barklı, genç-ihtiyar, adamlar.
Bize neler olmadı ki, dünyanın, gelmiş, geçmiş en büyük faşisti, Hitler bile, milyonlarca yavudiyi, kesip, yakıp katletmesine karşın, kendi ırkından olan Alman vatandaşlarına benzer bir mezalimi yapmamıştır. Öte yandan, kendi soyadını taşıyan, kendi ırkından, kendi kanından insanları, kadın-erkek, çoluk-çocuk, yaşlı, hamile demeden, hem de ibadet ederken katleden, bir gurup. Bu gurubu ne diye tanımlayalım, bilemiyorum. Esas, dehşet verici olanı, psikolog ve sosyologların da üzerinde durması gereken kısmı, bu katliamın kişisel olmayışı. Yani, özellikle Amerika ve bazı batı ülkelerinde görünen, kişisel bir cinnet hali değil bu olup biten. İkiden fazla kişi bir araya gelip, hem fikir olup yapmışlar bu katliamı. İşte işin dehşet verici yanı da bu. Bu canilere ceza verebilir, hapisler de çürütebilirsiniz ama, bu sorunun sosyal açıdan halledilmesi gerekir. Bunun konumuzla ne alakası var diyenleriniz olabilir. Evet var. İkiden fazla kişi bir araya gelerek, ortak olarak ortaya attıkları bir gerekçeye dayanarak, bu katliama karar vermişler. Zekice alınmış bir karar ve zekice düşünülerek, terör örgütü tarzı bir katliam yapıp, bu işten sıyırabileceklerini ummuş, pratik zekalılar. Oysa içlerinde on gram aklı olan bir zat olsaydı, bu katliamı güvenlik güçlerine ihbar ederdi. ‘ ya başım bu adamlarla belaya girer’ diye düşünse de, şimdiki durumunun daha vahim olacağını düşünebilir, bu işe bulaşmazdı. Bu katliama karar verenlerin, insanları imha etmek, öldürmekle, aralarındaki olay ne ise, bunu,  bu şekilde çözeceklerine inanabilen zeki adamların, ya yakalanırsak, yakalanmasak ta, bu kadar kişi bu sırrı ne kadar saklar, taşır, ya biri bunu fısıldarsa, halimiz ne olur? Diye, düşünecek kadar, akıl geliştiremedikleri ortadadır. Cehaletin esas tarifi aslında budur. Bu cinlikleri düşünene cahil denemez. Bunlar, akılsız fakat zeki guruplardır.
Vatandaşları, birey olarak yetiştirilmemiş toplumlarda, birlikte yaşama tarzı, aile-akraba ilişkilerinin gereğinden fazla, iç içe oluşu, toplum kültüründe, aile ileri gelenlerinin koyduğu kural ve gelenek doğrultusunda hareket edilmesi şeklinde bir eğilim doğurur. İlk bakışta, kutsal aile birliği gibi görünen bu zekice geliştirilmiş yaşam biçiminin esas amacı, birlikte, kendini maddi ve manevi daha güvenli-kuvvetli hissedebilmektir, yani ahlakı bozulur diye çocuklarını sokaktan, yabancılardan soyutlayan anne-babalar, aslında, öyle ya da böyle bir gün topluma karışacak olan çocuklarını savunmasız bıraktıklarının farkında değillerdir. Bu şekilde yetişen çocukların kendilerini sakınmaları-korumaları çok zordur. Çünkü; Neyzen Tefik’in ünlü sözü gibi, yüzme kitaptan öğrenilmez. Aslında birçok anne-baba bunun farkındadır ve çocuklarının taleplerini geri çevirirken hep şu zekice, fakat biraz, aptalca gerekçeyi ortaya koyarlar. ‘biz sana güveniyoruz ama, arkadaşlarına güvenmiyoruz’. Bunun karşısında, gencin şunu sorma hakkı doğar ‘ o halde beni neden sokağa, arkadaş ortamına hazırlamadınız? Unutmayalım, akılla yoğrularak eğitilmiş-yetiştirilmiş bir çocuk, topluma karıştığında, sizin bile aklınıza gelmeyecek tedbirleri kendisi alır. Çünkü; sizin zamanınızla, şimdiki zaman arasında, sizin kavramakta son derece zorlanacağınız, yüzlerce tehlike vardır ve siz, tehlike olarak gördüklerinizin yanında bilmediğiniz, yüzlercesi daha vardır ki, onların ne olduğunu daha anlayıp bilmeden, neyi nereden koruyabilirsiniz. Birçok anne-baba daha bilgisayarın nasıl açılıp kapandığını bilmezken, çağdaş suçlar arasında %20 ile yer alan internet suçlarından-ahlaksızlıklarından, çocuklarını nasıl koruyacaktır. Birçok ülkede erotik-pornografik filmler uygun saatlerde yayınlanmasına rağmen, uykusu kaçmış küçükler düşünülerek, ekranda kırmızı nokta ile işaretlenip, yaş sınırı belirtilerek konumlanır. Bazı internet sitelerinde, giriş yapmadan evvel, 16 yada 18 yaşında değilseniz bu siteye girmeyin uyarısı vardır, bunlar, oralara laf olsun diye konmamıştır. Çocukların büyük bir çoğunluğu, o siteye, yaşı tutmamışsa girmez, onun kendisine zarar vereceğini düşünüp tedbirini alır. Çünki, sürekli o şekilde eğitilir, Pazar günü, kilisede rahip, okulda rehber pisikoloğu, bunun ruh sağlığını bozacağı anlatır. Bunu gözetmeyen çocuklar, zaten her hangi bir şekilde arıza verir ve sorunlu çocuk muamelesi görerek, gerekli sosyal destek verilerek, topluma ve yaşına uygun değerlere çekilmeye çalışılır. Bizde de uygulanan bu yaş uyarısına, kaç kişi uyuyor acaba, ben merak etmiyorum, sizler bir dikkat edin.
Ama, bu sorun zekice ve en pratik bir şekilde de çözülür. O siteleri ya kapatmak ya da bir şekilde oralara giren çocukların, bilinçaltı sabıka dosyasını kabartmak. Yakalarsan da cezasını vermek. Mesela internete girmeyi yasaklamak, peki, evde yasakladık, internet kafeler, arkadaş evleri. Ama biz şifreledik o sitelere giremez, içimiz rahat. Ya yeniden kurgulanan IP numaraları. Onun kadar bu teknolojiye ayıracak zamanınız var mı?  Yaaaa….
Yani tüm canlıların var oluş nedeni olan, karnını doyurmak, uyumak, seks, ihtiyaçlarından birini, yasaklayarak, ortadan kaldırarak bitirebileceğimize, inanmak. Çok zekice. Ekmek vermeseniz, ya da bulamasa, nasıl bir insan suç işler adam öldürür ya da çalarsa, üç olmazsa olmaz, ihtiyaçtan biri olan seksi de yasakladığınızı zannederseniz, ahlak bozulur cinsel suçlar artar. Bu kadar yasağa rağmen, imkanlar kısıtlı iken, hangimiz çocukluğumuzda, pornografi ile tanışmadık. Ama bunu sağlarken, bilinçaltı sabıka dosyamızı kabarttık.
Abarttığımı zannedenlere, kendi çocuklarımdan bir örnek verebilirim. İki çocuğumun da annesi olan eski eşim, sigara tiryakisi olmasına rağmen, hiçbir telkin ve baskıya gerek duymadan, her iki çocuğumda, arkadaşlarının tamamına yakını, sigara içtiği halde, onlar hala, içmez, oysa en kolay edinebilecekleri bir alışkanlık bu olsa gerekti. Daha sonra, 14 lü yaşlarda, Kanada’da yaşadığımızdan, cinsel bilinçlenmede benim getirdiğim bir noktadan sonra, bana fazla iş düşmedi, onlarda bana leylekleri sormuşlardı, okulda, arkadaşlarından aldıkları, yalan yanlış bilgileri, benle test etmişlerdi, çünkü, burada, okullarda, böyle bir eğitim yoktu, orada ise, okul ve aile doktorumuz gerektiği zaman gerektiği kadar, gereken bilgileri çocuğa verdi.  Kapalı devre aile ortamları, çocukların,  yaşam biçimleri, alışkanlıkları, ahlak anlayışları ile,  birbirine benzeyen bireyler şeklinde yetişmesine sebep olur ve o toplumda gelişme yok denecek kadar azdır. ensest, çarpık ve sapık, ilişkilerin oluşması için böyle ortamlar dikkat edilmesi gereken yerlerdir, sağlıklı değildir. Nadir de olsa, öz kızları ile ilişkiye giren sapıklara, gelinini taciz eden kayınpederlere, bu ortamlar zemin hazırlamış olur. Oysa batılı ülkelerde, çok beğendiğiniz çocuğu değil öpmek, sevmek sarılmak, ya da yanağını okşamak gibi bir eylemde bulunamazsınız. Bu bize biraz garip gelse de, galiba doğru olanı da budur. Tanıdığı veya tanımadığı büyükleri tarafından sevilip okşanmayı yadırgamayarak yetiştirilen bir çocuk, kötü niyetli sapıklara kolayca yem olur. Ülkemizde, aile-akrabalar arasında işlenen cinayetler oranı, 2000 yılı itibarı ile %67 dir, bu rakam, birçok Afrika ülkesinden bile fazladır. Bunun büyük bir kesimini, namus-töre cinayetleri, ardından, aile fertleri arasında meydana gelen, mal-para meseleleri takip etmektedir. Bahsettiğimiz bu kapalı devre yaşam biçimi, zekice kurgulanmış ve her kapalı gurubun kendi içinde belirlediği bir ahlak geleneği oluşturmuş olduğundan, ortak ahlak anlayışı üretmemize engel teşkil eder. O nedenle, bir yandan, bu kadar kadın üzerinden namus cinayeti işlenen, mahallelerinde, namus bekçileri kol gezerken, diğer yandan, sperm bankaları marifeti ile hamile kalıp, çocuk doğuran kadınlar, bunu tv ekranlarında ilan etmelerinde bir sakınca görmezler. Benim burada konu ettiğim, bir kadın, sperm bankasından nasıl hamile kalır falan değildir, bu eylem onu seçenin anlayış ve takdiridir, kendi bilir, kimseyi ırgalamaz, beni de, ancak; bu yazıyı yazanın bu konudaki fikrini, merak eden okurlarım varsa, onların merakını gidermek için, yazmanın etiği gereği endişelerimi söyleyeyim. Bir annenin, tanımadığı bir adamın spermi ile hamile kalıp çocuk sahibi olmak istemesinin zekice bir anlamı vardır. İkinci bir soy adi almamak, ayrılık, bir erkeğin ağız kokusunu çekmek, ev bark, evli barklı olmamak, kocaya karşı hep sorumlu kalmak, boşanma, nafakalar, mahkemeler, ‘nereye gittin, nereden geldin’ ler, mal mülk ayırımı, kaynana dırdırı, kayınpeder mırmırı yanında, çocuğun aidiyetini paylaşmak yerine, sadece sana ait bir çocuğa sahip olmak. Bunlar kulağa hoş gelen şeyler. Ancak, bizim bu toplumumuz, böyle bir çocuğu kabullenmeye hazır mı? Kendisine dünyaya gelmek ister misin diye sormadığımız çocuğumuza, birde baba istemezsin her halde deyip, onun adına, ikinci bir kararı vermek ve o çocuğun, bu sosyal olgu içinde, ne gibi sıkıntılar çekeceğini bilememek, düşünmemek. Bunlar endişelerim. Aynı şeyi, bakamayacağı kadar çocuk yapan aileler için de düşünüyorum. Bir sürü çocuk yapıp, onları ‘gel benim yoksul soframdaki bir lokma ekmeği kardeşlerinle bölüşme aleminde çile çekmeye’ Demekte, aynı derece doğru değil. Asıl mesele tabiîki, bu değildi. Zeki insanların, ortak akıl üretememelerine bir örnek olsun diye söyledim. Toplumda, bir yandan, namus uğruna kan gövdeyi götürürken, diğer yanda, kendisinin anlayışla karşılanmasını isteyen, sperm bankasından hamile bir anne adayı. Bu sperm bankası, bir dönem Türkiye’de varmış, 60 lı yıllar da Hacettepe Tıp Fakültesine bağlı, Amerikan Doğum Bankası adı altında faaliyet gösteriyormuş. Eski bir ‘o dönemin deyimi ile sağcı’ gazetesi elime geçti. Muhafazakar bir gazete, sol altta bir haber. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden komünist bazı öğrenciler Amerikan Doğum Bankasını taşladı, camlarını kırdı. Haberdeki tezata bakarmısınız? Bu cam kırma işini yapanlar komünist, Amerikan Doğum Bankası’nın savunucusu muhafazakar bir gazete. Yani, bize hep bir şeyler olmuş tarih boyu. İnanın sorun dış mihraklarda değil, bizde. Tam da, 24 nisan, hepimizin bildiği, katliam tartışmaları gündemde ve 47 kişi akrabaları tarafından katlediliyor. Şimdi nasıl anlatacağız Dünya’ya, biz böyle insanlar değiliz diye. Ya da onlara bir belge vermiş olmadık mi? ‘bak görüyor musunuz?’ diye. Bu olayın arkasından, zekice bir çözüm çıktı, anında. ‘ kız okullarını ayıralım’. Ne alaka ise, kızlar daha kolay okula gönderilecek. Kızını okula göndermeyen aile sayısı %2. Buradaki gaye başkamı? Acaba. Hayır kardeşim, kızla erkek aynı anda, aynı sırada okula gidecek ki, kadının seks ve namus aracından başka bir şey olduğu da, onunla aynı sırayı paylaşan erkek öğrencinin kafasına girecek. Yani, toplumun kadınlarını, toplum dışına iterseniz, toplum her konuda, topallar, hızlanamaz, koşamaz, dolayısı ile, çağa ayak uyduramaz. Namus, her insanın kendi sorumluluğundadır, kimseye emanet edilemez. Her birey kendi namusundan sorumludur ve sadece cinsellikten ibaret değildir. Toplumları toplum yapan, kıymetlerine, manevi değerlerine gereken özen ve itinayı göstermeyen her bireyin namus kavramı tartışılır.  Bize ne oldu acaba? Üzerindeki gelinliği ile, dünya barışı için yollara düşen bir İtalyan kadın yazar. Onca ülkeyi gezdikten sonra Türkiye’ de, önce tecavüze uğrayıp sonra öldürülüyor. Yine zekice bir hareket tarzı, kadın zaten İtalyan, Türk değil, peşini kimse aramaz, birde öldürdün mü, zaten konuşamaz. Eh hadi bir anlık zevkimizi tatmin edelim. Onun da bir ailesi olduğunu, sevenleri olduğunu, bir canı olduğunu, bir insan olduğunu, biri senin ailenden birine yapsa neler hissedebileceğini düşünecek on gram akıl üretmemiş biri. Bize ne oldu acaba? Sevgilim dediği genç kızın kafasını koparıp, çöp konteynerine atan adam, o kıza kim bilir kaç defa ‘seni seviyorum’ demişti. Peki, bu ilk mi? Peki bu son mu? Vicdan nedir? Ne işe yarar? Nerede bulunur?
Bize ne oldu acaba? Dünya çapında değer kazanmış her kıymeti, ülkemizden kaçırtıp, sonradan, sahip çıkmamız, bizim akıl konusunda ki üretimimize ne anlam veriyor acaba. Nazım Hikmet nerde? Yılmaz Güney, Ahmet Kaya neden Fransa’da yatıyor? Orhan Pamuk nerede yaşıyor. Hazerfen Ahmet Çelebinin Libya’da ne işi var. Devrim arabasını 40 günde yapanları tanıyan varmı? Atatürk ne kadar sigara ve rakı içerdi, kesin rakamı bilen var mı? Yıllardır bize dini vaaz veren profesör hocamız, acaba gerçekten basıldı mı? Hani komünistlik çok kötü bir şeydi? Ama şimdi partisi var. Neyse, koptuk yine, konumuza dönelim. Zeki insan sürekli değişken olduğundan ve kalıcı hiç bir şeyle, bir arada olamayacağından, vicdan da geliştiremez. Her olaydan, kendince bir çıkış yolu bulacağından, vicdan azabına ayıracak zamanı yoktur. Hiç hata yapmaz, hep haklıdır, dolayısı ile vicdanını sızlatacak bir olayın içinde asla olmaz. Akıllı insan, prensip edinebilen, kurallara riayet etmenin, toplumdan önce, kendi menfaatine olduğunun bilincinde ve bunların bileşkesinden bir vicdan oluşturabilen kişidir. ŞİMDİ LÜTFEN ŞU YUKARIDAKİ HİKAYEYİ BİR DAHA OKUYUN. ‘BUNİ DA ÇİM SARDİ BELUME’
Saygı & Selam & Sevgi
YETKO